Antik kentin çarşısı Agora’da alış veriş yapmaya ne dersiniz? Bergama Zeus Sunağı'nın önü de fena değil aslında. Truva Atı'nın merdivenlerinden çıkarken, Noel Baba size hediye verirken, Nasreddin Hocamız da yakışır bir köşeye...

Hayal etmek iyidir. Hatta hayat etmeye mecburuz. Hayal bile edemediğin bir şeyi gerçekleştirmek nasıl mümkün olabilir ki? Şimdi gelin İzmir için 3D turizmi nasıl yapabiliriz, onu bir hayal edelim.

Turizmin temeli “merak”a dayanır. Eski dilde buna “tecessüs” derlermiş. 1940'lardan kalma bir turizm kitabı elime geçmişti. Aynen şöyle yazıyordu : “Turistler mütecessis insanlardır. Her şeyi merak ederler. Size olmadık sorulara sorabilirler.”

Yani seyahatin temeli merak. Gezginler kendi memleketinde olmayan, kendi yaşamının içinde bulunmayanları merak edip, dağlar, dereler aşıp farklı ülkelere giderler. Yoksa Avusturya’dan gelen turiste “Wiener Schnitzel” sunmak iş değil. Adam zaten onun en iyisini memleketinde yiyor.

DOĞA PATRON

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, merak edecek şeylerin yanında, merakını gidereceklerin sayısı da belli değil. Öyle bir coğrafya ki, milyonlarca yıllık mağara yaşamını saymasak bile, 12 bin yılın üzerinde, yerleşik kültüre geçişten bu yana çok birikim var bu topraklarda. Ya ne diyeyim, işte bu topraklarda başlamış insanın doğayı evcilleştirmesi. Belki de doğa insanı evcilleştirdi. Onu tam olarak bilmiyoruz. Doğa belki insana: “Otur bakayım şuraya, öyle ordan oraya dolaşıp, av aramak yok. Kendi yiyeceğini kendin üret artık!” demiş de olabilir.

Anadolu’ya artık kıtalar arası köprü mü dersiniz, binlerce yılda sayısız kültürlerin eridiği pota mı? Orası size kalmış. Ama gerçek olan şu, ister konar geçer olsun, isterse burada yaşayıp hep burada kalsınlar, insanlar kültür depolamışlar bu topraklarda. Gelen bir şey bırakmış, giden iki şey. Birikmiş de birikmiş, bir hazine olmuş Anadolu. Bize de bunu mirasyediler gibi harcamak düşmüş. Özen göstermemişiz, üzerine titrememişiz bu kültür hazinesinin.

GAVUR KÜLTÜRÜ

Bu kültür birikimini turizmde satmaya gelince, işte bu bayıldığımız şey. Ama koruyalım deyince “Gavur Kültürü” oluyor. Ne yaman çelişki, değil mi? Oysa biz bu toprakların insanı isek, bize emanet edilen bu kültür birikimini korumak zorunda değil miyiz? Bu topraklar bizimse, o topraklara ait birikimi, değerleri koruyacaksın. Bu benim kültürüm, bu senin kültürün diye ayırma lüksün yok. Ayırırım diyorsan, o zaman sen barbarsın.

MERAKLI TURİST

Demek ki eskiye dair kültür birikimi burada. Meraklı turist buraya gelecek. Nasıl gelecek peki? Sen bu değerleri korursan, iyileştirirsen, onun görmesine uygun hale getirirsen, meraklı turist de gelip onu görebilir. Bir de sen onun aradıklarının burada olduğunu ona haber verirsen. Yani tanıtımını yaparsan. Önce malzememizi ürün haline getireceğiz, sonra da onu satışa sunacağız.

Turist meraklı, gezmek görmek, yiyip içmek, sevdiklerine götürmek için de hediyeler almak istiyor. Adam bunun için gelmiş, parası da cebinde. Sen ona ürün sunamazsan, onun da senin için yapacağı bir şey olmaz. Sağa, sola bakar, çeker başka yere gider veya oraya hiç gelmez.

Buradan şunu anlıyoruz: Öncelikle bir turistin bir bölgeye, şehre gelmesi için orada onun ilgisini çekecek şeylerin olması gerekir. Ama bunun ticari bir olay haline gelmesi için, tüm bu ilginç şeylerin birer ürün haline gelmesi gerekir. Yani gelince misafir, gelmesinin ekonomik bir olaya dönüşmesi ile müşteri olur.

MİSAFİR Mİ, MÜŞTERİ Mİ?

Biz de on milyonlarca turisti bir getirisi olmadan ağırlayacak halimiz yok. Şöyle düşünün; eşinizin ve sizin akrabalarınız sürekli sizi ziyarete geliyor. Yiyip içiyor ve gidiyorlar. Yani evden misafir eksik olmuyor. Ama size bir faydası var mı? Yok tabi. Yiyip içip, ortalığı dağıtıp, sizi masrafa sokup gidiyorlar. Faydası bir yana, zararları var. İşte bizim turizmimizin hali. Aynen bu!

Biz turizm yaptığımızı zannediyoruz değil mi? Çünkü hesap bilmiyoruz. Bir iş yapıyorsanız, önce hesap, yani matematik bileceksiniz. İşin muhasebesini yapacaksınız. Girdiler bir yana yazılacak, çıktılar diğer yana. Bunları birbirinden çıkartınca da kar mı ettin, zarar mı? O belli olacak. Yani ak koyun, kara koyun.

Biz bunu yapmıyor muyuz peki? Yapıyoruz ama mirasyediler gibi yapıyoruz. Satın aldıklarımızı masrafa yazıyoruz, ama Paşa Dedemiz’den kalanları hesaba katmıyoruz. Onlar “Hüdayinabit” yani senin emek vermediğin, doğanın veya bir başkasının sana verdikleri.

Uçak masrafını yazarız gidere, oteli, restoranı, otobüsü, rehberi, müze girişlerini de. Aldığımız para da belli. Masrafları çıkartınca, elimizde kaldı 50-100 avro. Kazanç zannederiz bunu. Halbuki Paşa dedemizden kalan değerleri, yani havayı, suyu, yıpranan kültür değerlerini, havaalanı, müze, yollar için harcanan milyarlarca lirayı ve ölçemediğimiz yitip giden doğal kaynaklarımızı hesaba dahil etmeyiz. Olsun biz 50 avro para kazandık ya. Biz kazançlı olduğumuzu zannederiz. Mirasyediyiz ya!

KİTLE TURİZMİ

Kitle turizmi ile gazoz kasası taşımak arasında fark yok aslında. Orada da özensizlik var, burada da. Ne kadar çok gazoz içilirse o kadar iyi. Maksat sürümden kazanalım. Kasaları taşırken sağa sola çarpıp yıktıklarımız. Onlar sayılmaz, onlar bizim değil, çünkü onlar için para ödemedik, ödemiyoruz.

Bir türlü akıllı turizm, katma değeri yüksek turizm yapmayı öğrenemedik. Bu kadar iyi malzemeden, bu kadar kötü yemek yapmak, gerçekten büyük başarı. Memleketin bunca değeri ile hala ucuz turizm yapmakla övünen bir milletiz ya, pes doğrusu.

YATAN TURİST, GEZEN TURİST

Turizm gelirinden söz açmışken şunu söylemekte yarar var. Bir turist bir ülkede, bir şehirde ne kadar uzun zaman kalır, ne kadar çok aktivite yaparsa, orada o kadar çok turizm gelirinden söz edilebilir. Zaten yapacak bir şeyi yoksa, orada uzun zaman kalmaz. Ha bir de yatan turist modeli var. Hani oturan tavuk, gezen tavuk gibi. Denize girmek için üç kuruşa Türkiye’ye gelen, otelin duvarlarının dışında ne var bilmeyen. Bütün gün plajda kömürde piliç gibi döne döne kızaran cinsinden. Bunun bu memlekete faydası olmadığını yıllardır söyleyip duruyoruz. Bize “gezen turist” lazım. Değerli olan gezen turist getirisi.

MÜZELER ÖNEMLİ

Turist geziyorsa, döviz harcar. Bunun için de aktivite yapacağı ortamların olması gerekir. Bunların başında da müzeler gelir. Müzeler o bölgenin kültürünü yansıtan yerlerdir. Müze denince genellikle aklımıza genellikle arkeoloji müzeleri gelir. Gelir de orada kalırız genellikle.

Ama ülkemizde de yavaş yavaş başlayan, Avrupa’da ve Amerika’da on yıllardır var olan çeşit çeşit müzeler var. Sanat müzelerinde değerli tablolar, heykeller sergilenirken, mutfak veya gastronomi müzelerinde o bölgenin yemek kültürü sergilenir. İşte kendisine yabancı, farklı olan bu kültürü burada tanır turist. Buna da çok önem verir. Buralarda çok zaman geçirir.

Çikolata müzeleri Avrupa’da yaygındır. Teknik müzelerin en babası Münih’teki Deutsches Museum’dur. Bir günde gezemezsiniz tümünü. Her ilgi alanına göre müze var. Tuvalet müzesi bile gördüm Almanya’da. Konuya dair objelerin sergilendiği. Oturaklar, çeşit çeşit klozetler, alet, edevat. Av müzesi, deniz müzesi, bira müzesi, saymakla bitmez. Gerçek olan şu yalnız, ne kadar çok müzen var, turisti o kadar oyalarsın. Oyalanan turist orada daha çok kalır, daha çok para harcar.

İzmir’de sahip olduklarımıza oranla, ciddi bir arkeoloji müzemiz yok. Yemek kültürümüz ile övünürüz haklı olarak, ama bir mutfak müzemiz yok. Sağlık antik çağdan beri önemli olmuş, bir Tıp müzemiz yok. Galen’in kemikleri sızlıyordur.

3D ART MÜZE

Görselliğin ve sosyal medyanın öne çıktığı günümüzde, ağır kültürel etkinlikler içeren turizm şekli biraz daha geri düşmüş durumda. İnsanlar daha hızlı yaşıyorlar, daha az zamanları var. Bu iyi bir şey mi? Ben bunu sorgulayamam, ama çok da iyi bir şey olmadığını biliyorum.

Bu akımın ortaya çıkarttığı yeni akım bir müze şekli var. Bir büyük binayı separatörlerle labirent gibi yapıyorsunuz, yeriniz çoksa farklı da yapabilirsiniz tabi. Duvar ve yeri birlikte düşünerek gerçekçi resimler çiziyorsunuz. Ama bu resimler herhangi bir yerden bakınca çok anlamlı olamayabiliyor. Ancak sadece bir noktada durum baktığınızda, derinliği olan, gerçek bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz.

Sanki karşınızda o yer gerçekten varmış gibi. Siz de bu resmin içinde mantıklı bir yerde durunca, o ortam ile bütünleşiyorsunuz. Sanki siz o resmin gerçekten içindeymişsiniz gibi. Biri de sizin fotoğrafınızı çektiğinde harika bir anıya sahip oluyorsunuz. İşte bu müzeler günümüzde her yerde açılmaya başladı. Uzakdoğu’dan Avrupa’ya, Dubai’den Kuala Lumpur’a kadar. Günümüz internet kültürü ile de birleşince, alın size ilginç bir turizm aktivitesi.

İZMİR’E 3D MÜZE

Kocaman bir eski bina, antrepo düşünün. İzmir’de yüzlercesi var bunların, bomboş duran. İşte böyle bir binayı alıp 3D müze, yani 3 boyutlu müze yapacaksınız. Bu resimleri çizmekte uzman olmuş sanatçılar var dünyada. İzmir ve yakın çevresindeki antik kültür, yemek kültürü, öykülerimiz, destanlarımız, dünyaya mal olmuş efsanelerimiz var. Bunların bu şekilde 3 boyutlu resimler şeklinde bu hangarın içinde sergilendiğini düşünün.

İnsanlar geliyor, bu resimlerin içinde fotoğraflarını çektiriyorlar. Karnı acıkınca kafesinde bir şeyler yiyip içiyorlar. Hediyelik eşyalar alıyorlar. Bir taşla birçok kuş. Buradan bu resimler tüm dünyaya yayılıyor. Bedavadan reklamınız yapılıyor, kentinizin, kentinizin değerlerinin.

MALZEMEMİZ BOL

Hayal etmeye devam edelim. Nasıl resimler, sahneler olabilir sizce. Tarihten olur, doğadan olur, kültürümüzden olur. Düşünün Efes antik tiyatrodaki bir gladyatör döğüşünün içinde buluyorsunuz kendinizi aniden. Ya da dünyanın yedi harikasından bir olan Artemis Tapınağı'nın basamaklarında otururken. Antik kentin çarşısı Agora’da alış veriş yapmaya ne dersiniz? Bergama Zeus Sunağı'nın önü de fena değil aslında. Truva Atı'nın merdivenlerinden çıkarken, Noel Baba size hediye verirken, Nasreddin Hocamız da yakışır bir köşeye. Ben olsam uçan halının üzerinde fotoğraf çektirirdim, ya da Alaaddin’in Sihirli Lambası'ndan çıkan cin ile birlikte. Ali Baba ve Kırk Haramileri de unutmayalım lütfen.

Müze fakiri kentimiz İzmir için böyle bir müze hayal ettim. Hani yazının başında yazmıştım ya, “hayal etmek iyidir” diye. Büyükşehir belediyemiz öncü olsa, İzmir Vakfımız da aracı. Bir sivil toplum örgütümüz de bu işin işleticiliğini yapsa. İnanın mükemmel bir çekim noktası olur İzmir için. Hem de çok.

Çok mu fazla hayallere daldım sizce?