Sultan Alparslan da bizim, Gazi Mustafa Kemal de… 26 Ağustos’ta birini anıp diğerini anmamak sadece emperyalizmi sevindirir. Mustafa Kemal olmasaydı, Alparslan’ı kim hatırlardı bir düşünün! Ve Pazar günü 11.00’de Kokluca Kabristanı’ndayım… Siz de buyurun gelin yurttaşlar!

Son yıllarda saçma sapan bir anlayış hâsıl oldu. Bu saçmalıktan güya siyasi prim devşirmeye çalışanlar ve ne yazık ki bu saçmalıklara inananlar da var. Bir zamanlar emperyalist İngilizler'in, sonra da Amerikalılar'ın burunlarını ve kanlı ellerini soktukları milli tarihimiz, bugün dünya kadar boşlukla, cevapsız sorularla, çelişkili bilgilerle ve karanlıktaki gerçeklerle sadece hamaset tarafı parlatılmaya çalışılan bir alan oldu.

Dün yine dikkatimi çekti… İktidar ve unsurları ısrarla “26 Ağustos 1071’i” andılar, kutladılar, yazdılar, konuştular. Bazı vicdan sahipleri sayıları az da olsa, bu tahrifatçı tarih yaklaşımına karşı mesajlar verdiyse de, 1922 unutuldu, 1071 dayatıldı!

Tekrar edelim anlamak istemeyen cahil ve şaibeli beyinlere!

26 Ağustos 1922’de kimlere karşı ve neden “Büyük Taarruz” başlatıldı?

Huzur ve sükûn mu hâkimdi Anadolu’da? Namus emniyette miydi? Şanlı bayrağımız özgürce dalgalanıp, minarelerden ezan özgürce okunuyor muydu?

Sakın bana Ali Kemal veya Sait Molla ağzıyla cevap vermesin kimse…

Her ne kadar etrafta bir de “ikinci cumhuriyetçi” emperyalist iş birlikçisi sözde aydınlar da olsa, 1922’de Türk Milleti ordusuyla var olma, bağımsız ve özgür olma savaşı veriyordu. Hatta bu savaş, kimliğinin tarihten silinmesine yemin etmiş yedi düvele karşı veriliyordu. İstanbul’daki “kukla emperyalist yancısı” sözde saltanat ve satılık kalemleri, her Allah’ın günü Mustafa Kemal ve savaşına küfür kıyamet yazarken, Türk Milleti İzmir’e dikmişti gözünü. 26 Ağustos’ta başlayan taarruz, 30 Ağustos’ta zafere döndüğünde, ayakkabısız kaçan düşmandan sadece toprak değil, Sultan Alparslan’ın “yurt” ettiği miras da kurtarılıyordu.

Yani…

Yani 1922 zaferi elde edilemeseydi, Türk tarihi, kültürü, mirası kalmayacaktı! Gönderlerde bayrağımız dalgalanamayacaktı, ezanlar sadece izin verilen yerlerde okunacaktı.

Mustafa Kemal Paşa olmasaydı da olurdu belki varlığımız… Ama nasıl ve hangi kimlikte olurdu, işte onu bilemiyorum.

***

Pazar günü Kokluca’ya davet ediyorum sizi…

Pazar günü 29 Ağustos…

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” (İnsan hafızası unutkanlık hastasıdır), demiş eskiler. Yazık ki çok sevdiğim bir söz. İzmir’in işgal yıllarının kahraman müftüsü Rahmetullah Efendi’nin ölüm günüdür 29 Ağustos…

Unuttuk ama değil mi?

Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk müftüsü olan Rahmetullah Efendi, Gazi Mustafa Kemal’in de takdirini kazanmış. 29 Ocak 1923’te, Atatürk’ün Latife Hanım’la nikâhlarını da kıymış olan Rahmetullah Efendi, vefat ettiği tarih olan 29 Ağustos 1944 tarihine kadar müftülük görevini sürdürmüş.

İzmir’in aydın din adamı Müftü Rahmetullah Çelebi Efendi, 72 yaşında, 29 Ağustos 1944 tarihinde vefat etmiş ve aynı gün Kokluca Kabristanı’nda toprağa verilmiş. 1949 yılında da eşi İkbal Hanım vefat ederek, Müftü Bey’inin yanına defnedilmiş.

2017 Şubat ayında, Rahmetullah Efendi’nin kabrinin halini öğrendim. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından o korkunç vefasızlık terk edildi derhal. Kalpaklı müftümüzün ve eşinin kabri yenilendi. Birkaç eksiği var ama onlar da halledilecek.

Tamirattan sonra her 29 Ağustos’ta önce müftü efendinin mezarına giderim sonra da babamın Paşaköprü’deki kabrine. Ama bu yıl siz de gelin istiyorum. Kokluca Mezarlığı’na girdiğinizde,  ileride yol kenarında sağda kabir.

Bu yıl da 11.00’de kabir başında olacağım. Yüreği istiklal uğruna savaşanlar için çarpan kim varsa, siyaseti düşünmeden gelsin. Müftü Efendi görsün onu unutmadığımızı. Ne dersiniz?

***

Yitip giden Kemeraltı (2)

Korunamıyor tarihi Kemeraltı. Önce bunu itiraf edelim.

Huzur ve sağlıklı ticaret de yapılamıyor. Bunu da itiraf edelim.

Çünkü Kemeraltı’nın son 20 yılda verdiği mücadelede, Kemeraltı dinlenmedi. Kemeraltı’na özde kim karşıysa, inanılmaz riyakârlıkla güya Kemeraltı’nı seviyormuş gibi yaptı. Kemeraltı’na alenen “Canım” diyenler, aslında “Canın çıksın!” diyenlerdi.

O, şu, bu demiyorum.

Çoğu da hayatta. Bu yazıyı okuyan “mevki, makam, servet” sahipleri bir kerecik vicdanlarına başvurup özeleştiri yapsınlar.

Yıllar önce bir “AVM lobisi” vardı İzmir’de. Bu lobide iş dünyasından, siyasetten, basından simalar bulunuyordu. Hatta bu lobi, mesela Konak Meydan Projesi yapılırken, yerel yönetime öyle bir baskı yaptı ki, meydan altına otoparktan vazgeçildi. Kemeraltı’na aracıyla gelmek isteyenlere dolaylı ve sinsice “AVM’lere” gitmeleri söylendi, fısıldandı.

Kemeraltı’nın bugün bu halde olmasının birincil nedeni budur!

Bugün “fuar” ile ilgili eleştirilerle, Kemeraltı eleştirileri aynıdır, dikkat edin.

Bundan bir yıl kadar önce, salgına rağmen “birkaç kişi” Konak ilçesi sınırları içinde bir yerde “kaçak” toplandılar. (İzmir’in gizli toplantıları ünlüdür. Hele biri var ki, 2014’de Alaçatı’da yapılmıştı. Of ki of kimler yoktu ki? Yazarım onu da bir gün) Toplantı, Balçova’da yapılan kazulet kale benzeri, çirkin beton yığınının lobiciliğini başlatmaktır. Garip ama İzmir’de bu kadar AVM varken, bu çirkinlik abidesi beton kazulet açıkça “İzmir’in yeni kültür mabedi” olarak tanımlanır.

Hep yazıyorum, “aidiyet duygusu” yoksa “ihanet” başlar! İzmir’in yaşadığı da budur!

Sevgili Necati Ortabaş’la başlayan siyaset üstü “Kemeraltı birlikteliği”, aradaki kesintilerine rağmen Semih Girgin kardeşimle devam ediyor. Lakin o “lobi” var ya… Ahtapot gibi her yere ulaşıyor.

Bakın bir iddiam var. Bugün bazı ruhsuz çevrelerde Fuar’ın “küçültülmesi” konuşuluyor, biliyor musunuz? O çevreler aynı zamanda Kemeraltı’nı oluşturan arazinin de “başka şekilde” ve “daha uygun” imara tabi tutulmasını da konuşuyor. Ama Allah’tan sene 2021 ve başımızda 1960’lardaki “bir belediye başkanı” yok. Böyle bir ihanete şu anki İzmir Valisi’nin, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ve Konak Belediye Başkanı’nın tartışmasız “Hayır!” diyeceğine eminim.

Kemeraltı’nda asayiş ya da başka sorunlarda emniyetten elektrik idaresine bir zafiyet varsa bunun nedeni o kibirli lobidir.

Ali Paşa Şadırvanı’nın muslukları çalındıysa bunu binlerce bekçisi olan İzmir Emniyet Müdürlüğü açıklamalıdır. Ama bu ilk olmamıştı hatırlayın. Koza şadırvanın kubbesindeki âlem de çalınmıştı yıllar önce… Meydan’daki Saat Kulesi’nin de muslukları çalınmıştı.

Kemeraltı hava kararınca “hırsız davet eden” karanlığa bürünüyor. İzmir’in yeni Emniyet Müdürü bir gece dolaşsın bakalım ne görecek? Gediz Elektrik neden görevini yapmıyor? Kemeraltı konusunda “tek muhatap” belediye değil ki? İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Bey en son ne zaman girdi Kemeraltı’na? Binlerce üyesi yok mu orada? Neden Zekeriya Mutlu eskisi gibi ilgilenmiyor?

Kızmaca yok… İşin içinde iş var… Ama makam sahipleri unutmasın ki, makamların hakkı gök kubbede hoş sada bırakmakla verilir.

Bir de TARKEM var… Kemeraltı’nda konuşlandı. Sergenç İneler kardeşim de zamanını orada yaşıyor. Ama Tarkem dahi anlatamadı kendini. Çünkü taş uzaktan gelmiyor. Aile varlıklarını, servetlerini Kemeraltı geçmişlerine borçlu olanlar da sırt dönmüş. Kemeraltı’nda üst üste dükkânlar soyuluyor ama bu efendiler için Çeşme’deki gürültü daha önemli.

Yazmaya devam edeceğim. Kemeraltı, Basmane, Anafartalar, Damlacık benim “kırmızı çizgim.” Olan biteni de biliyorum, ö kötü niyetleri de duyuyorum.

Söz konusu kadim İzmir’se, gerisi teferruat… Öyle İstanbul’dan, Paris’ten bilmem nereden gelip, sadece “menfaat” için İzmir’i tasarlamaya kalkanlara hadlerini bilmelerini hatırlatmak da benim görevimdir. Ardımdan benim için “Kim ki o?” diyenlere de, “Yüreğin yetiyorsa adam gibi benimle konuş!” diyorum. Salı’ya size Gaziemir dolaylarından bir “küstahlık” hatırlatması yapacağım. Bu AVM lobicileri anlaşılan “yolsuz” kalmış yine!