İzmir, araştırmacılar için çok zengin bir malzeme sunan iyi bir laboratuvardır. Ancak bu laboratuvardan yeteri kadar yararlanılmadığını düşünüyorum. Hâlbuki bu zenginlik kente birçok açıdan yarar sağlayabilecek bir niteliğe sahip; gerek kente dair bilgi üretim süreçlerine katkı bakımından gerekse kente dair ufkumuzu zenginleştirmesi ve düşüncemize derinlik katması bakımından. Bu tür içeriğe sahip İzmir araştırmalarından biri de hiç kuşku yok ki Elena Frangakis-Syrett tarafından yayınlanan (The Commerce of Smyrna-in the Eighteenth Century 1700-1820, Atina 1992) ve Türkçeye de “18. yüzyılda İzmir’de Ticaret (1700-1820)” adı altında çevrilen (Çev. Çiğdem Diken, İBB Kent Kitaplığı) kitaptır.

Frangakis-Syrett, dönemi kapsayan kaynak zenginliğinin bulunduğu Batı Avrupa arşiv ve kütüphanelerinden yararlanarak İzmir için değerli bir yapıt ortaya koymuş. Özellikle 17. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına kadar kente dair Batı Avrupa’da üretilen bilgi çok zengin bir içeriğe sahiptir.

Kitap her ne kadar 1700-1820 yılları arasını kapsamaktaysa da yazar, 1700 öncesi İzmiri’ne ve dönemin Osmanlı iktisadi ve toplumsal yapısına dair de önemli bir yer ayırmış. Ağırlıklı olarak, bu dönemde İzmir ile ticaret ilişkileri yürüten İngiliz, Fransız ve Hollanda arşiv ve kaynaklarını değerlendiren yazar, 17. yüzyıl başlarında Batı Anadolu kıyılarında ortaya çıkan bu liman kentinin/antreposunun hangi dinamiklerle bu işlevi üstlendiği üzerinde dururken diğer yandan bu sürecin nasıl işlediğini ayrıntılarıyla ele alıyor. 

Ben de kitap üzerinden konuyu iki başlık etrafında ele almaya çalışacağım; İzmir’in bir liman kenti olarak nasıl ortaya çıktığı (koşullar, dinamikler ve etkenler) ve kentin bu sürecin içinden nasıl geçtiği gibi.

MUAZZAM DÖNEM

İzmir’in 16. yüzyıl sonlarına dek küçük bir yerleşim olduğunu, Daniel Goffmann’a göre içinde tarımsal üretim yapılan yerleşim niteliği taşıdığını biliyoruz. 19. yüzyılda Akdeniz’in yıldızı haline nasıl geldiğini anlamak için başlangıç koşullarını izlemekte yarar var. Tabi bu koşullarda öncelikle İzmir’in dünya ticaret ağına eklemlenmesini sağlayan dinamizmi yaratan İngiliz, Fransız ve Hollanda tarafından bakmak gerekir; bu ülkeler coğrafi keşifler ve ticaret merkantilizmi bileşiminden doğan muazzam bir dönem başlattılar. Bu dönemde oluşan yapı kendi içinde örgütlenmesini ve hukukunu da ortaya koymuştu -her ne kadar zaman zaman bu kurallara uyulmasa da- (17. yüzyıl ikinci yarısındaki İngiltere-Hollanda deniz/ticaret savaşları gibi).

16 ve 17. yüzyıllarda Osmanlı’nın kuzeyde Ruslarla, doğuda Safevilerle ve batıda Habsburglarla girişmek zorunda kaldığı savaşlar hem merkezi otoriteyi zayıflatıyor ve hem de buna bağlı olarak çeşitli yetkileri elinde bulunduran çevre eyalet paşaları topraklarındaki ticarete keyfi olarak müdahale ederek zenginliklerine zenginlik katıyordu. Buna bağlı olarak Doğu Akdeniz üzerinden Batı ile ticaret yürütmekte olan ticaret erbabı kendisini daha güvenli hissedeceği bir liman arıyordu. Tüccarın bu isteğine Kaptanpaşa Eyaleti’ne bağlı Sığla sancağının İzmir kazası/limanı cevap verecek niteliklere sahip olarak ortaya çıkıyordu. Ayrıca Osmanlı’nın iç işleyişinde yapılan reformların yerel ve özerk güçler ortaya çıkarması yeni tercih edilen limanda Batı Avrupalı tüccarların işlerini kolaylaştırmasını ve karşılıklı iş birliğine dönüşmesini de beraberinde getiriyordu.

ÖRNEK VERİLİYOR

Öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun idari ve iktisadi yönetim şekli olarak has, tımar ve zeamet sistemini ele alan yazar, bu sistemin 18. yüzyıl ortalarından itibaren nasıl çiftlik ve mukataa sistemine evrildiğini; bunun sonucunda ortaya çıkan ayanların ve zaman zaman merkezi otoritenin erkini zaafa uğratacak güce eriştiklerini Batı Anadolu örneklerinden şöyle ifade ediyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nda çiftlikler, merkezi yönetimin yetersizliği ve uluslararası ticaret artışının bir sonucu olarak, ilk kez 16. yüzyılda yapılanmaya başladı ve 18. yüzyılda yaygınlaştı. Çiftlik sahipliği Karaosmanoğlu ve Arapoğlu gibi ayanların yükselişini de beraberinde getirdi. Böylece 18. yüzyıl İmparatorluğu’nda bir çiftliğe, bir hasa, bir vakfa ya da üçüne birden sahip olabilen bir ayan yerel özerklik elde etmede en güçlü rakipti. Sadece ticari sermaye değil aynı zamanda yönetimsel görevlerde yer almak, vergi toplama hakkına ve politik güce sahip olmak da ayanların yükselişinde önemli rol oynamıştır. Örneğin 18. yüzyılda Batı Anadolu’da çiftlik sahibi olarak güç kazanan Arapoğlu ve Karaosmanoğlu, çiftlik sahibi olmanın yanı sıra hem uluslararası piyasada İzmir’in pamuk ve buğday ihracatında söz sahibiydiler hem de bulundukları bölgede üst düzey yönetimde ve vergi toplamada görevliydiler.”

Yazar, bu bağlamda örgütlü ve kuralları olan Batı Avrupa merkantilizminin Osmanlı iktisadi düzeni üzerindeki etkisini de şöyle özetliyor: “18. yüzyıl Osmanlı ekonomisinde ticari sermayenin artan ticari ilişkilerle birlikte mal ticaretine getirdiği hareketlilik ve büyümeye rağmen, üretimin prekapitalist ilişkileri yerini korudu ve ticari sermaye bu prekapitalist ilişkileri politik düzlemde biraz değiştirerek çalışmaya devam etti.

Adı geçen üç ülke gerek kendi içlerindeki savaşlar/sorunlar nedeniyle gerekse birbirleri arasındaki rekabete bağlı olarak İzmir ve çevresi ile olan ticari ilişkilerinde zaman zaman geriye düşüyorlar veya öne çıkıyorlardı. Ancak 18. yüzyıla gelindiğinde İngiltere’nin İzmir ticaretindeki mutlak üstünlüğü kesinleşmişti. Bu üstünlük 19. yüzyıl sonlarında Alman etkisine rağmen azalmış olsa da devam etmiştir. 

TEKSTİL ÖNEMLİ

Yazar, Batı Avrupa ile Levant arasında yürütülen bu ticaretin Osmanlı üretim motiflerini ve Batı’nın bu ticaretten nasıl yararlandığını şöyle ifade ediyor: “İmparatorluk ile Avrupa arasındaki ticari iş birliği, Osmanlı’nın üretim motiflerini de belirliyordu. İmparatorluğun, güçlü ekonomilerinin sonucu olarak uluslararası pazarda söz sahibi olan Batı Avrupa ülkeleriyle ilişki içinde olan bölgelerinde, bu ülkelerin ihtiyaçları doğrultusunda üretim yapılıyordu. 18. yüzyılda bir İngiliz yazar, İngiltere’nin İmparatorluk’la yaptığı ticaretin nasıl kazanç elde ettiğinden söz ederken, İngiltere’nin Levant’tan ithal edilen yünle ürettiği kumaşı tekrar Levant’a satarak nasıl gelir sağladığını anlatıyordu. Böylece Osmanlı ile yapılan ticaretten elde edilen kazanç, kumaşın üretiminde çalışan işçilere ödenen ücretin bir bölümünü oluşturuyordu. İzmir’den İngiltere, Fransa ve Hollanda’ya ihraç edilen pamuk ya da ipek kapitalist üretimin bir parçası olan tekstil imalatında kullanılıyordu.

İzmir bu süreci hem toplumsal hem kültürel yapısındaki değişimlerle hem de ticaretin ortaya çıkardığı yeni ilişkilerle yaşıyordu. Demografik bağlamda; Doğu Akdeniz ve Nahcivan/Erivan’dan Ermeniler, Tire, Manisa ve Aydın’dan Yahudiler, Adalar’dan Rumlar kente göç ederek kentin yeni toplumsal yapısını oluşturuyorlardı.

Böylesine kapsamlı bir kitabı iki bölümde değerlendirmeye çalışacağım. Bu bağlamda gelecek yazıda bu sürecin İzmir özelinde 18. yüzyılda nasıl işlediğini ele almaya çalışacağım.