İki hafta önce, yıl boyunca sürdüreceğimi söylediğim “100. Yıl yazıları”na “Halk” maddesiyle başlamıştım. Bir yazıya sığmayacak bir konuydu ve zaten maddelerin birkaç yazıya sarkabileceğini özellikle belirtmiştim. Yazı yayınlandıktan sonra gördüm ki yapılması gereken ilk iş, bu yazıların kerterizini, onlara egemen olacak genel felsefeyi ve yaklaşımı anlatmak olmalıydı. Bir başka deyişle, 1923’ten 2023’e ve sonrasına dair netlik ayarı çağrısıyla birlikte görüşünüze sunmam gerekiyordu. Siz buna “kırmızı çizgileri” kalın biçimde çizip anımsatmak da diyebilirsiniz. Çünkü bu yapılmadığı ve açık seçik paylaşılmadığı için ya kayıkçı kavgalarının beyhudeliğine ya da neyi neden savunduğunu-söylediğini bilmeyenlerin safına düşüyoruz. Memleketin ahvali, hiçbirimize bu lüksü tanımıyor. Görüldüğü gibi, bir işe de yaramıyor.

Neyi neden söylediğimiz daha iyi anlaşılsın, davranma ve dayanışma koşullarımız ortaya çıksın, kırmızı çizgilerimiz savrulmalarda silinip gitmesin istiyorsak, işe netlik ayarlarımızdan başlamalıyız ve bunun için de fazla zamanımız yok.

-Laiklik,

-Antiemperyalist, antikapitalist duruş,

-Sınıfsal bakış,

-Bilime, akla ve diyalektik anlayışa bağlılık,

-Din, ırk, cinsiyet, köken, milliyet, dil ayrımından, dayatmasından ya da savunusundan medet uman her tür zihniyete, söyleme ve uygulamaya kesin bir duruşla itiraz etmek,

-Her cenahta demokrasiyi, insan-çevre-doğa haklarını ödünsüz biçimde savunmak, uygulamadaki karşılığını aramak,

-Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan çabaları, “tarihselliği” içinde değerlendirmek-tartışmak ve çıkarımlarda bulunmak,

-Onlara ve uğruna emeklerini ve yaşamlarını sunan öznelerine yönelik her tür saygısızlığı, vefasızlığı, densizliği reddedip, saldırganlığı teşhir etmek…

Kırmızı çizgilerimiz ve düne-bugüne-yarına bakışımızı belirleyen kerterizlerimiz bunlardır. Olup bitenin ve yapılmak istenenlerin bu denli açık seçik görüldüğü ve bas bas dillendirildiği bir süreçte, bu netlik ayarını yapmadan, hangi mücadeleyi neden verdiğimizi nasıl söyleyebilir ve inandırıcı olabiliriz?

Dünün koşullarında hangisi ne kadar yapılabildi, neler ve neden eksik kaldı? Tamamlanması ve olgunlaşıp sürdürülebilir bir yaşam biçimine dönüşmesindeki tökezlemelerin, değişim ve gelişime olanak bulamamasının gerekçeleri nelerdi? Yukarıdaki kerterizler olmaksızın, bu soruları üretime yönelik olarak tartışabilmek ve yanıt bulabilmek mümkün değildir. Ki “dünü iyi okumanın” verdiği donanım ve cesaretle bugünümüzü irdeleyelim, yarınlara dair algılanabilir, paylaşılabilir, uğrunda mücadele edilebilir öngörüler, perspektifler, yollar, yöntemler sunalım.

Seçeneklerimizin nedenselliğini ortaya koymadan, net duruş ve söylemlere evirmeden, bu işin olamayacağını ve teşebbüslerimizin hiçbir işe yaramadığını kaç kere yaşamamız gerekmektedir?

100. yılı, bütün bunların gereklerini yapmadan nasıl kutlayabileceğimizi söyleyeceklere, bu köşe sonuna dek açıktır.

Bu iş, yalnızca bir parti/ler sorunu olarak görülemez. Bilim insanından sanat emekçisine, ev halkından demokratik kitle örgütlerine, bu ülkenin her unsuru, sorunun ve çözümün parçası olduğunu anımsamak, birbirine anımsatmak zorundadır.

Umur Talu ne güzel söylemiş: “Bize hatıra değil, hafıza da lazım Kazım!” Daha ne söylesin? Sevindirici olan, bir zamanlar gülüp geçenlerin, aynı şeyleri dillendirmeye başlamasıdır. “Laiklik” bunların başında geliyor. Umutsuzluğun örtüsü, kırmızı çizgilerimizi ve kerterizlerimizi temize çekmekle yırtılacaktır. Bir gün benim de kullanacağım aklıma gelmezdi, lakin ayağı suya erenleri görünce söylemeden duramam: “Yetmez ama evet!”